a) Kız İsteme:
Eski yıllarda Çatin'de evlenmeler üç yolla gerçekleşirdi. Bunlar; kız kaçırma, oturu düşme ve görücü usulü şeklindeydi. Kız kaçırma; erkeğin bir kızı gönüllü veya gönülsüz olarak kaçırması şeklinde olurdu. Kız kaçırılır, kız tarafı şikayete yeltenir. Oğlan tarafından ileri gelenler sözü geçerli insanlardan da yanlarına alarak kız evine gider ve ikna ederek uzlaşmaya çalışırdı. Bu uzlaşma da başlık yerine nakit para ödenmesi de söz konusu olabilirdi. Kıza ise, erkek tarafından altın, giysi, eşya ve çeyiz aldırılmak şartıyla genellikle uzlaşmayla sonuçlanırdı . Kız babası kızına bir müddet kızgın ve küskün dursa da zamanla araya hatırlı birilerinin de girmesiyle barış sağlanırdı. Kız kaçırmada olay çoğunlukla resmi nikah kıyılmasıyla biterdi ki bu nikaha "İzinname" denirdi. İzinname için kızın yaşı küçükse aile muvaffakiyetiyle işlem gerçekleşirdi. Eski yıllarda Oturudüşmek denen bir usül daha vardı ki kızın gönüllü olarak oğlan evine gelerek bir daha gitmemesi şek linde gerçekleşirdi. Oturudüşen kızı babasının evine göndermek bir etik dışı davranıştı. "Bir kuş bir çalıya sinmiş" denir ve kız korumaya alınırdı. Kaçırma da oturudüşme de istisnai durumlardı. Evlenme ler yaygın olarak görücü usulüyle kız isteme şeklinde gerçek leştirilirdi. Kız istemenin ön çalışmalarını kadınlar yapardı. Ön temaslar olgunlaşıp kız babası görücüleri kabul eder hale gelince isteme gerçekleşirdi. Kız isteyen guruba Düğürcü denirdi. Düğür bazen nişanla bazen de söz kesmekle sonuçlanırdı ki söz kesmeye Yağlık Bağlama denirdi. Kız verilirken baba tarafı başlık isterdi. Tartışmanın başlığı verilip verilmemesi değil, başlığın miktarında olurdu. Yine de bir rayiç bedel takip edilirdi. Rayiç her yıl kızı ve o yılın ilk nişanlanan kızının önemi miktarı ese alınırdı. Başlıktan sonra altın pazarlığı başlar kıza kaç altın takılacağı karara bağlanır. Giysi ve ev eşyaları da bu toplantıda görüşülür karara bağlanırdı. Bir kızın düğürcülerin ilk gelişinde verilmesi kızın kıymetsiz olduğu gibi görülür bu yüzden düğürcüler birkaç kere gitmek zorunda kalırdı. Düğür her zaman olumlu sonuçlanmaya bilirdi. Bazen çok istenmesine karşılık kız tarafı inat eder ve bazen vermezdi. Eğer kız isteme olumlu sonuçlanırsa aileler kendi aralarında nişan ve düğün tarihlerini de karara bağlarlardı.
b) Nişan Töreni:
Nişan törenine "Şerbet İçmek" denirdi. Gerek düğün gerekse şerbet için önemli konuklar ki bu daha çok uzaktaki tanıdıklardı, bir parça kumaş gönderilerek davet edilirdi. Bu hediyeye "Okuntu" denirdi. Köydekiler ise iki kadının ev ev dolaşarak herkesi davet etmesi şeklindeydi. Buna Köy Okuma denir, davetçi kadınlara da Okuyucu denirdi. Nişan töreni genellikle öğleden sonra başlar gece biterdi. Bu tarlada bahçede çalışanların katılımını sağlamak içindi. Nişanda def çalınarak oynanması şeklinde eğlenceler olur, kadınlar kız evinde toplanırken erkekler en yakın köy odasında bir araya gelirlerdi. Gecenin bir yerinde bir erkek büyük bakır bir helkeyle şerbeti getirir. Şerbeti dağıtmak için elinde bakır bir de maşrapa olurdu. Bakır maşrapayı şerbet içinde dolaştırır ama bir türlü doldurmazdı. Ta ki nişan sahibinden bahşiş alıncaya kadar. Bahşişten sonra soğuk ve çok güzel hazırlanmış şerbeti katılımcılara dağıtır katılanlar da içtikten sonra mutluluk dilekleri dilerlerdi. Sonra şerbetçi tepsiyi gezdirir ve bahşiş toplardı. Nişanda çok takı takıldığı görülmezdi de kumaş gönderilerek davet edilen misafirler hediye getirirlerdi. Bu hediye ye Yol denirdi. Nişandan sonra oğlanla kız erkeklerin haberi olmadan kadınların ayarladığı ortamlarda bir araya gelirler, bu birlikteliğe "Görüşüğe Gitmek" denirdi. Görüşüğe erkek gelir gelirken de tatlı ve çerezler getirirdi. Görüşük sonrası kız çerezlerden arkadaşlarına da ikram eder. Zira ahbapları bunu beklerlerdi.
c) Düğünler:
Düğün zamanı kız isteme aşamasında karara bağlanır ancak düğün masraflı bir iş olduğundan genellikle hasat sonrası olurdu. Harman kalkıp ürün paraya çevrilince masraflar karşılanabilmekteydi. Bu da Sonbahar demekti. Düğün başlamadan önce kız istemede anlaşılan altın ve eşyalar kız ve erkek tarafının topluca gittiği bir günde yapılırdı ki buna "Pazarlık Bozma" adı verilir. Pazarlık bozulurken kız tarafındakilere de giysiler alınırdı. Pazarlık bozma işlemleri sona erdikten kısa bir süre sonra bir Çarşamba günü ikindi namazını müteakip imam eşliğinde erkek evine gidilir dua ile düğün başlatılırdı. Düğün yüksekçe bir yere bayrak dikilmesi şeklinde ilan edilir, bayrağın çubuğunun ucuna da bir elma takılırdı. Bu tatlılık olsun dileği anlamındadır. Bu törene Bayrak Kaldırma denir. Bayrak kalktıktan hemen sonra okuyucu yengeler çıkar köyü bir uçtan öteki uca düğüne okurlardı. Yine hatırlı ve uzaktaki dostlara birer parça kumaş gönderilerek davet edilir. Düğün başladıktan sonra damat arkadaşları tarafından bir köy odasına alınır, emsalleri orada toplanarak eğlenirler, yiyip içerlerdi. Çok yaygın olmamakla birlikte düğünlerde içki de içilebilirdi. Davetliler erkek evinde toplanarak eğlenirken kız evinde de kına hazırlıkları yapılırdı. Durumu müsait olanlar düğünlerine çalgıcı getirirler. Çalgı iki ekipten oluşurdu. Dışarıda halay çekenler için davul zurna çalınırken içerde oturak sazları ve köçek bulunur, köçek dışarıda davul zurnayla da oynardı. Köçekler oyun esnasında akrobatik hareketler de yaparlardı.
d) Kına Gecesi:
Cuma günü öğleden sonra oğlan tarafından bir grup erkek ve kadın kız evine giderler. Yanlarına boyalı bir koç alırlar ki buna "Kına Davarı" adı verilir. Koç kesilir ve kına gecesi gelenlere yemek verilir. Oğlan tarafından kız evine gelen grubun erkeklerine "Seymen" kadınlarına da "Yenge" denir. Cuma gecesi eğlence kız evine taşınır ya çalgıcılar eşliğinde ya da kadınların kendi kendine def eşliğinde söyleyip oynamaları ve tiyatral oyunlar düzenlemeleri şeklinde sürerdi. Gecenin geç saatinde özenmiş kına getirilir gelin duvaklı gelinliği içinde bir sandalyeye oturtulurdu. Hatta yanına kızın arkadaşlarından da oturan olurdu. Kına tepsisi getirip de gelinin önüne konuca adettendir gelin elini açmaz kaynana avucuna altın koyarak gönlünü yapar, kına yakma başlayınca sesi yanık birisi "kına türküsü" söylemeye başlar onu annenin ağıtları takip eder ve aniden eğlence duygusal bir ağıt ortamına dönüşür. Kınadan sonra davetliler dağılır, erkek tarafından gelen yengeler ve gelinin kız arkadaşları o gece gelin evinde yatarlar. Bu olaya Kına Başında Yatmak denir.
e) Gelin Almak:
Kına gecesinin ertesi günü kahvaltıdan sonra erkek evinden topluca davul zurna eşliğinde kız evine gidilir. Kız evinin kapısını kilitleyip bahşiş alındıktan sonra içeri girilir. İçerde gelin sandığının üstüne oturup kalkmayarak bahşiş almak da adetti. Gelin evinin önünde davul zurna eşliğinde eğlenilirken bir taraftan da gelinin eşya ve çeyizleri arabalara taşınır, arabaların biri gelin için hazırlanırdı. Gerek gelin gerekse çeyizler at arabalarıyla giderdi. Gelin almaya giden arabalar ve atlar süslenir atların yele ve kuyrukları örülür hatta boncuklanır en yeni koşumlar takılırdı. Gelinin eşyaları arabalara yüklenince gelin düğünün Yengeleri tarafından arabaya getirilerek bindirilir. Yanına bir yenge biner ve gelinin önüne bir boy aynası tutardı. Gelin evden ayrılırken saygılı bir şekilde vedalaşılır taşkınlık yapılmaz silah atılmazdı. Gelin evinden uzaklaşınca naralar atılır silahlar patlatılır ve atlar koşturulurdu. Oğlan evine varmadan önce arabalar mezarlığı dolaşır, mezarlık dışında kalmış olan tek mezarın önünde durulur. Topluca dua edilirdi ki bu tek mezara Garip Mezarı denirdi. Sonra konvoy erkek evine gelir, gelin kapıya gelince damat yüksekçe bir yerden silah patlatır. Gelin arabadan inmez ve kayın peder ev, tarla, hayvan gibi ayni bir bağış yaparak sorunu çözer. Gelin, takı için kapıya dizilen yakınlarının ellerini öper ve onlar da takılarını takarlar. Gelin yengeler eşliğinde arabadan indirilip de damadın evine doğru yürüyünce gelinin başına buğday ve şeker saçılırdı. Gelinin kucağına bir erkek çocuk vermek de adettir. Gelin indikten sonra misafirler mahallede ki belli ev ve odalara önceden tahsis edildiği gibi yemek verilmek üzere davet edilirler. Yemekten sonra dağılırlardı. Ancak damat bir köy odasında akşama kadar misafir edilmeye devam edilirdi.
f) Güveyi Donatma:
Gelinin indiği günün akşamı düğün esnasında damadın misafir edildiği köy odasında sadece erkekler toplanır ve güveyi donatma töreni yapılırdı. Güveyi ve sadıcı ortaya dikilir, imam gelir dualar eşliğinde ceket, yelek, poşu gibi kolay giyilen esvapları damada giydirir. Seyirciler o esnada kaba espiriler yaparak damat ve sadıcı güldürmeye çalışır. Adet o dur ki şayet gülerlerse ağır maddi cezaya çarptırılırlar. Güveyi donatımını gerçekleştiren imama el örgüsü yün çorap hediye edilirdi. Donatım sonunda katılanlara kavurga kuru üzüm karışımı çerez ikram edilir. Donatılan güveyi gelinin odasına gençler tarafından götürülür tam kapıdan içeri girecekken gençler damada vurmaya başlarlar, damat da can havliyle gelinin yanına kaçar.
g) Kekil (kakül) Kesme:
Eski düğünlerde gelinin geldiği günün ertesi sabahı Kekil Kesme merasimi yapılırdı. Konu komşu gelir ortaya bir yastık konur, gelin yastığın üstüne oturtulur. O anda gelin düğündeki duvağını takmış halde olurdu. Bir erkek çocuk çağrılır. Çocuğun eline bir şimşir kaşık verilir. Kaşığın sapıyla çocuk gelinin duvağını açar. O kaşık o çocuğa hediye edilirdi. Sonra kadınlardan biri gelinin zülüflerinden bir tutam saçı makasla keser. Kesilen zulüfden kalan kısma kekil denirdi.
UNUTULMAYA YÜZTUTMUŞ DİĞER GELENEKLER
a) Saya Gezme:
Baharın geldiğini herkese duyurmak amacıyla yapılan bir etkinlik iken zaman içinde amacı ve işlevi unutulmuş gençlerin bir günlük eğlencesi haline gelmişti. Bu gün çok hatırlayanı kalmasa da elli yıl önce uygulanan bir etkinlikti. Bir gurup genç toplanır, aralarından birini garip giysilerle komik hale getirirler, çan, zil, düpdüpüler asarlardı. Ellerine bir de def alırlardı. Def eşliğinde türkü ve tekerlemeler söyleyerek evleri dolaşırlar. Vardıkları kapıda küçük bir fasıl geçerler ki buna Şıkırdım Çıkarmak denirdi. Ev sahibi de buna karşılık yağ, bulgur, kuru üzüm, yumurta ve peynir gibi bir miktar yiyecek verirdi. Gençlerin birinin dalın da bir heybe olur, verilenleri bu heybeye doldururlar, köy bitince de bir yerde ateş yakıp verilenlerden yemekler hazırlar ve kendilerine ziyafet çeker eğlenirlerdi.
b) Yağmur Gelini Yapmak:
Bu da Şamanizm kaynaklı adetlerdendir. Kuraklığa karşı uygulanan seramonik bir gelenektir. Bir öksüz kıza beyaz ve uzun bir gömlek giydirilir, kolları giydirilmez, gömleğin kol uçları bağlanarak koldan kola bir değnek uzatılır. Yanına bir gurup genç katılır. Saya gezmekte olduğu gibi ev ev dolaşılır. Kapısı çalınan evin hanımı bir tas soğuk su alır getirir Yağmur Gelini'nin başından aşağı döker. Bu eylemin amacı yağmuru çağırmaktır. Sonra da gençlere yiyecek bir şeyler verir. Bu verilen şeyler daha çok pişirilerek yemek yapılabilecek erzaktan oluşurdu. O anda ayak üstü atıştırılacak yiyecek ve içecekler olmazdı. Amaç Yağmur Gelini'nin evine bir şeyler göndermekti. Evlerin tamamı dolaşıldıktan sonra yine toplananları gençler pişirip yer içerler. Toplanan erzaktan bir kısmı yağmur gelinine verilirdi. Ancak bu gelenek bizde öksüz bir kızla değil de öksüz bir erkek çocukla yapılırdı. Bu ahlaki kaygılarla böyle uygulanırdı. Gençler bu etkinliği aslen yağmur yağdırmak amacıyla yaparlardı. Bilinen en son yağmur gelini Kel Kız'ın (Zeynep Diker) Mustafa'ydı. Mustafa'dan sonra bu geleneğin tekrar edilmediği tespit edilmiştir.
c) Yağmur Duasına Çıkmak:
Yağmur duası İslami bir gelenektir. Yazların kurak geçtiği, ekili dikili ürünlerin kuruma tehlikesi altına girdiği yıllarda bahar aylarında yaygın olarak nisan veya mayıs ayların da yağmur duasına çıkılırdı. Yağmur duasına çıkmadan önce bir kurban ayarlanır. Kesecek, pişirecek insanlar görevlendirildikten sonra ve yer belirlendikten sonra köyde duadan bir gün önce Tellal Çağırtılırdı. Ertesi gün topluca belirlenen yere gidilir dua düzeni alınır, erkekler ceket veya delmelerini tersine giyerler ve dua başlardı. Dua esnasında erkeklerden biri bir yetim çocuğu kucağına alır haykırarak dua eder ve ağlardı ki bu duygu cemaatin tamamına sirayet eder herkes ağlamaya başlardı. Bu sırada görevliler kurbanı keser yemekleri hazırlarlardı. Öğle sonuna doğru dua biter ve yemek faslına başlanırdı. Yemekte ortaya sini konur, sini etrafında insanlar sağ dizleri içeri, sol dizleri dışarı gelecek şekilde arka arkaya sağ elleri içerde kalacak biçimde otururlardı ki buna Asker Oturuşu denirdi. Eski zamanlarda herkese yetecek kadar kaşık bulunmadığı için çoğu zaman bir kaşığı sırayla kullanmak mecburiyeti doğardı. Bir kişi kaşıkla bir lokma alır, kaşığı siniye bırakır sonra yanındaki alır. O da bırakınca öteki alırdı. Buna teselli olarak da "Dokuz aptal bir kaşıkla yemiş de biz yiyemez miyiz' diye espiri de yapılırdı. Normalde yağmur duasına giden herkes koyun cebine bir kaşık koyar da öyle giderdi ama her evde nüfus başına bir kaşık yoktu. Yağmur duasında genellikle yağmur yağmazdı. Şayet bir duada yağmur yağarsa duanın imamı oldukça saygı görür ve çevre köylerin Yağmur Duasına da çağrılırdı.
d) Kuru Dökmek:
Kuru Dökmek, hem tarımsal bir faaliyetti, hem de geleneksel bir etkinlikti. Geleneksel yanı köyün geleneğine uygun biçimde birlikte yapılması idi. Köyde üzüm bağlarının hepsi ayni mevki de değildi. Üstelik birkaç mevkide üzüm bağı olan kimseler de vardı. O sebeple kuru dökmenin zamanını planlamak gerekmekteydi. Çatin'de bağlar, Ortülü, Güvelözü, Konur, Malkayası mevkilerindeydi. Kuru dökme her mevki için ayrı gündü. Hangi mevkide hangi gün kuru döküleceği Tellal Çağırtarak ilan edilir. Tellaldan sonra üzüm kesmek için bıçaklar, taşımak için kalburlar, imeceler, yiyecek ve içecekler hazırlanır ve güzel giysilerle gösterişli bir biçimde gidilirdi. Bağın ortasında güneşe bakısı en uygun olan alan düzlenerek kuruluk haline getirilir ve temizlenir. Üzerine kağıt serilerek üzümler ilaçlı veya ilaçsız olarak serilir. Bir yüzü kuruyunca alt üst edilir, tamamen kuruyunca da toplanarak genellikle sandıklara konurdu. Kuru dönderme ve toplama bir geleneğe bağlı değildi.
e) Bağ Bozumu:
Bağ bozumu da kuru dökmek gibi tarımsal bir faaliyetti. Ancak kuralları ve gelenekleri olan bir faaliyet olduğu için ve bu gün unutulmaya yüz tuttuğu düşüncesiyle incelemeye değer bulduk. Tellal çağırttıktan sonra topluca başlanırdı. Hatta bu kurala uymak bir zorunluluktu. Zira köyde koyun sürüleri, sığır (inek) ve nahır (dana ve eşek) sürüsü vardı. Bu sürüler bozulmuş bağlara salınır ve serbest yayılırdı. Eğer herkes ayni anda bağını bozmazsa geç kalan ailenin bağını sürüler harap eder ve üzüm kalmazdı. Bağ bozumu, Pekmez Tişti (leğen), Maya Kazanları, Şire Torbası, Pekmez Toprağı, kalburlar, kasnak, kova, maşrapa, Küp, küpecik gibi araç gereçler hazırlandıktan sonra başlar. Bozuk zamanına kadar baharın civ civleri piliç olur. Bağa giderken canlı piliçlerde götürülür pekmez tandırının közünde piliçli pilav, patlıcan pişirilir, köze yumurta ve patates de gömülürdü. Kesilen üzümler önce Şirahne denen taştan oyma büyük tekneye doldurulur. Şirahne öne doğru meyillidir. Şirahne'nin ön tarafı delik ve çörten şeklindedir. Altında ayni taştan oyma bir tekne daha var. Adı Bolum. Şirahneye doldurulan üzümlerin üzerine özel bir toprak serpilir. Bu toprağa Pekmez Toprağı denirdi. Pekmez toprağı Ozancık köyünün Gölyeri mevkiinden kazılarak getirilen beyaz bir toprakti. Şirahnedeki üzümler çiğnenerek ezilir ve şıra boluma akar. Bolumdan kazanlara doldurulur. Pekmez tandırında haşlanır. Haşlanan şıranın üzerine çıkan topraklı köpükler alınır ve dinlendirilir. Toprağın çamuru dibe çökünce üstteki şerbet alınip Pekmez tiştine koyularak altı ateşlenir. Pekmez tandırında üzüm bağının budantıları yakılır. Pişme sırasında içine yerine göre kabak, düğü, armut vb. şeyler katılabilirdi. Ya da sade pekmez yapılırken ot süpürgesiyle karıştırılır veya herhangi bir şeyle carpılırdı. Olgunlaşmamış üzümler en sona bırakılarak şırasına toprak katılmadan kaynatılır ve ekşi yapılır. Üretilen pekmez toprak küplere doldurulur ve küplerin ağzı kılsız bir deri kapakla kapatılırdı. Köyde: Çalma pekmezi, süpürge pekmezi, düğülü pekmez, Kabaklı pekmez, ekşi pekmez gibi pekmezler üretilirdi.
f) İmece Geleneği:
İmece işlerin topluca yardımlaşarak yapılmasına denirdi. Çapa işleri, yolma işleri, bazı hasat işleri imeceyle yapılırdı. İmece ya karşılıklı günlük yapılarak öndüçlü olurdu ya da komşular toplanır sırayla yaparlardı. İşlerini yetiştiremeyen komşuların yarım işleri de zaman zaman karşılıksız komşuların toplu yardımıyla bitirilirdi. İmece çalışmalarını zevkli hale getirmek için Çalışma esnasında türkü söylemek, Molalarda defle eğlenmek, karşılıklı maniler söyleyerek atışma yapmak gibi etkinlikler de olurdu. İmece türküleri, işin çeşidine uygun olarak söylenirdi ki yolma işinde söylenenlere yolma türküleri denirdi. Eski zamanlarda imecenin baş türkücüsü Hallefe'ydi.
g) Kış Ekmeği Geleneği:
Kış ekmeği, kadınların birbiriyle günlükleşerek tandırda kuru yufka ekmeği yapmaları şeklindeydi. Kendi aralarında işbölümü yaparak birisi hamur yoğurucu, birisi tandır otlayıcı ve evirici, diğerlerde ekmek yapıcı olur. Ne kadar ekmek yapıldığı kullanılan suyla ölçülür, kaç testi su kullanılmışsa o kadar ekmek olarak kaydedilir, günlüklerde çalışma saate göre değil, suya göre hesaplanırdı. İyice gevretilen ekmekler nemsiz bir ortamda üst üste kayılarak istiflenir ve ihtiyaç kadar sulayarak tüketilir.
h) Hasat ve Harman:
Hasat ekin biçme, sap çekme, döven sürme, tınaz atma, badas savurma, dane taşıma ve saman çekme hatta samanlığa saman yerleştirme işlerini kapsar. Hasat işleri imeceyle yapılmaz ancak hep birlikte başlanır ve hep birlikte bitirilmeye çalışılır. Çünkü, biçilen ekin yerlerine koyun ve sığır sürüleri salındığından biçilmemiş ekinlerin korunma imkânı kalmaz. Ekin biçme önceleri orakla yolma şeklindeydi. Daha sonra İzmir'e çalışmaya giden işçiler tırpan kullanmayı öğrendiler ve ekinleri tırpanla biçmeye başladılar. Tırpan orağa göre çok daha hızlı iş yapmayı sağladı. Tırpanla biçerken Türkiye'nin başka bölgelerinde görülmeyen bir biçim şeklide gelişti. Bu biçim şekline Töngüyle Biçmek dendi. Töngü özel süpürge otlarından ayağa takacak ve altına başaklar toplanabilecek şekilde bağlanarak yapılır. Sol ayağın boğazına takılan töngü sağ taraftan tırpanla biçilen buğdayların hem tırpanla toplanmasına hem de alttan tırpan takılarak adım adım öne taşınmasına yarar. Töngünün altında biriken buğday taşınması zorlaşınca sıralı bir biçimde bırakılır. Buna deste denir. Biçim esnasında Töngünün ayak bileğine zarar vermemesi için sol ayak bileğine özel bir bez sarılırdı ki buna Ayak Dolağı denir. Desteler orak yardımıyla omuza alınır ve başaklar içeriye gelecek şekilde yığın halinde toplanır. Yığın bir hayvan saldırısı durumunda başakları yiyemesin diye tamamen başakları saklayacak yayvan kuni biçiminde kapalı hale getirilirdi. Biçilen alanlar tırmıklanarak dökülen başak ve saplar toplanır, yığına bırakılır. Daha sonra at veya öküz arabası üzerine hazırlanmış sallara başaklar iç tarafa gelecek biçimde düzgünce yerleştirilirdi ki buna Araba Vurma denir harman yerine taşınır. Bu taşıma işine sap çekme denir. Sap çekmeden sonra döven sürme başlar. Düvene öküz veya atlar koşulur. Önce harmanın bir kısmı dairesel biçimde harmanın etrafına yayılır. Üzerinde dövenle dönülmeye başlanır. Hem hayvanların çiğnemesi hem de dövenin altındaki keskin taşlar sayesinde ekin sapları toz haline getirilir. Harmanın tamamı toz haline gelince bu buğday ve saman karışımı konik bir biçimde yığılır. Bu yığına tınaz denirken bu bir çeşit ufalama işine de döven sürme denir. Tınazın kaderi rüzgâra bağlı. Rüzgâr esmeye başlayınca tınaz savrulmaya başlanır. Savurma Yaba denen parmaklı ahşap küreklerle yapılır. Özel bir teknik ve yabalarla yapılan bu savurma işine "Tınaz Atma" denir. Tınaz atımıyla buğday ve samanlar birbirinden ayrılır. Elde edilen bu samansız buğday yığınına "Cec" denir. Cec daha harman yerinde iken kaba çör çöpünden ayırmak amacıyla elenir. Eleme iri gözlü Çinear'la yapılır. Elenen buğday ölçekle ölçülerek el dokuması yün çuvallara doldurulur. Eşek sırtında veya arabayla eve taşınır. Bu dolu buğday çuvallarına "Seklem" denir. Çuvalların ağzı özel bir örgü iple bağlanır. Bu ipin adı "Ağız Bağı" dır. Kalan saman araba üzerine özel dokunmuş yünden bir "Geri" konarak geriyle taşınır. Saman büyükçe bir parmaklı yabayla yüklenir ki adına "Atkı Yabası" denir. Saman ve buğdaylar taşınıp da harman yeri boşalınca dökülen buğdaylar toprakla birlikte "Harman Süpürge" siyle süpürüp yığılır ve rüzgârda savrularak bir miktar taşlı buğday elde edilir. Bu topraklı buğday yığınına "Badas" adı verilir. Badastan elde edilen taşlı buğday suyun debisinin yüksek aktığı yerlere battaniye serilerek ön tarafı kaldırılıp içine su birikince üzerine dökülmüş olan topraklı buğday ayak ve ellerle karıştırılarak yıkanır. Sonra da battaniyenin ucu çörten gibi yapılarak bir kalbur içine akıtılır. Buğdaylar taşlardan hafif olduğu için suyla kolayca akar taşlar battaniyenin içinde kalırdı. Elde edilen yıkanmış ve taşlarından ayrılmış olan buğdaylar kurutularak diğer buğdaylara karıştırılırdı ki buna "Akılgan" akıtmak denirdi. Son badas savrulup buğday taşındıktan sonra harmandan kalkmış olunur. Ancak daha sonra ekin biçme makineleri, patoz ve biçer döğerlerle saman makineleri gelişerek geleneksel tarımı nostalji haline getirdi.